13 Aralık 2012
Demokrasiye aşığız!
Demokrasiye hepimiz aşığız şükür. Demokrasi deyince akan suları
durduruyoruz.
Demokrasiyi ortadan kaldıran, tahkikat komisyonları kurup karşıtları
susturan, günlük gazeteleri sansürleyen, “Odunu koysam mebus seçtiririm”
diyen DP iktidarının başbakanı Adnan Menderes’e itibarını iade ettik.
Demokrasi adına...
Seyit Rıza, Dersim İsyanını başlatmak için Suriye’deki Fransız gizli
servisinden talimat almıştı. Bunun adı vatana ihanettir. Ayrıca Seyit Rıza
devlete vergi vermeyeceğiz, yol, okul,köprü yapmayacaksınız diye devlete
ültimatom veren bir aşiret reisi. Bölgede egemenliğini korumak için yaşadığı
bölgenin demokratikleştirilmesine ve kalkındırılmasına karşı çıktı.
Demokrasi adına onun da itibarının iade edilmesi isteniyor Mersin
siyasetinde bir çizgi sahibi olmaya çalışan Yücel Ceylan’a göre de Seyit
Rıza’nın itibarının iadesini istemek demokratik bir talep.
Etnik ayrılıkçı terör örgütünün ülkeyi bölme girişiminin adı “Demokratik
özerklik”. Demokrasi adına Tekke ve zaviyeler açılacak. Tarikatların
özgürleştirilecek.
Suriye’yi kana bulayan dış kaynaklı terörist grupları desteklemek, onlara
Türkiye’de barınma hakkı sağlamak, silah para, sağlık hizmeti ve pek çok
ayrıcalık sağlamak hepsi Suriye’ye demokrasi götürmek için. Irak’ta yaklaşık
1.5 milyon insan demokrasi için öldürüldü. Libya demokrasi adına yerle bir
edildi. Kaddafi “demokrasi güçleri” tarafından linç edildi.
Anayasa’da “millet” tanımının değiştirilmek istenmesi, “Andımız” dan vaz
geçilmesi, :” Kur’anla mürtedane (hiçe sayan) mutlak istibdada, cumhuriyet;
mutlak din sapıklığına, rejim; mutlak sefahate, medeniyet; keyfi cebre kanun
adı verilerek Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş.”, “Türkiye Cumhuriyeti yalnız
İslama değil, ahlaka da aykırı bir yapı” diyen Saidi Nursi’nin
hortlatılması; bunların hepsi demokrasimizin gelişmesi için..
Yargılama süreçleri hukuksuz, kanunsuz ve adaletsiz yürütülen Ergenekon,
Balyoz vb davalar; bu davalarda haksız hukuksuz tutsak almalar demokrasinin
bir daha kesintiye uğratılmaması için.
Demokrasi için yapılması istenenleri ve yapılanları saymaya kalksak
zamanımız yetmez. Bu kadar saydığımızla yetinelim. Ve düşünelim: Demokrasi
aşığı bu kadar kişi içinde; “topraksız köylüye toprak verelim,
taşeronlaşmayı ortadan kaldıralım, tarımın çöküşünün, köylünün yok
edilişinin önüne geçelim, gelir dağılımını düzeltelim…” diyen var mı? Yok.
Deseler de sesleri “Ana dilde eğitim hakkı” derken olduğu gibi güçlü
çıkmıyor. Yaygın basın da demokrasi adına böyle şeyler söyleyenlerin, ileri
geri konuşanların seslerini kesiyor. İstemleri “demokratik talepler”
arasında yer bulmuyor.
Demokrasi aşkımız nereden geliyor?
Demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı söylenir. Doğrudur da.
Sağlıklı bir demokratik işleyiş, yasama yürütme ve yargı erklerinin
birbirinden bağımsız, birbirini denetleyebilir durumda olmasına bağlıdır. Bu
ayrılığın eşitliği ve adaleti sağlayacağı düşünülür. Demokrasinin bu
kuramsal yapısı eşitlik sevdalısı olan bizlerin demokrasi aşığı olmamız için
yeterlidir.
Bu yetmezse, tarih demokrasi aşkımızı güçlendirir. Atina’dan günümüze tarih,
demokrasiyi eşitlikle birlikte anarak anlatır. İngiltere’de en uzun ve zorlu
savaşımın işçinin en demokratik hakkı olan 8 saatlik işgünü için
verildiğini, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” Demesinden fakir
fukaranın halinden haberi olmadığı anlaşılan Mari Antuanet’in kafasının
nasıl kesildiğini, Bastil’in nasıl basılarak tutsakların serbest
bırakıldığın okur (halk adına) keyifleniriz. Bunların hep demokrasi içindir.
Gel de aşık olma böyle demokrasiye.
Oysa bilmeyiz ki devrimin beşiği Fransa’da işçi sınıfı, fakir fukara ne
zaman güçlense; elitlerin iktidarını ne zaman tehlikeye düşürse
aristokratlar göreve çağrılmış, işçi sınıfı acımasızca ezilmiş bu yüzden de
Fransa’da Cumhuriyet beş kez yeniden kurulmuş…
Demokrasi eşitlik mi?
Tarih demokrasinin Yunanistan’da doğduğunu anlatır. Solon (İÖ 640-599)
Attika’ya demokrasiyi getirmiş. Aslına bakarsanız Attika’da Solon’dan önce
de demokrasi varmış.Siyasete katılma hakkının aristokratların elinde olduğu
bir demokrasi. Ticaret gelişip para soyluluğun önüne geçince işler karışmış.
Vatandaş da çok yoksullaştırılınca düzenin korunması gereği ortaya çıkmış.
Solon, siyasete katılma hakkını soylulardan alıp parası olana vermiş.
Siyasete katılanların sayısı da bu sayede çoğalmış. Borçlarından dolayı
köleleştirilenleri de azat edip borçları silince ortalık güllük gülistan
olmuş. Yoksul biraz rahatlamış, ancak toplumdaki ve siyasetteki yeri
değişmemiş. Demokrasi de “elitler arasında eşitlik” olma niteliğini korumuş.
Sadece elitler değişmiş ve sayıları artmış.
Elitler arası eşitlik olarak doğduğu günden bu yana bu niteliğini
değiştirmeyen demokrasi sanayi toplumunda esas olarak “girişimcinin
özgürlüğünü ”garanti altına alır. Girişimci kimdir? Sermaye sahibinin
parasını yatırıma döndüren, işçi çalıştırarak artı değeri yaratan kişidir.
Bu durumda para sahibiyle girişimci bir olur, toprak sahibiyle de işbirliği
yaparak demokrasiyi sanayi toplumunun elitleri arasındaki eşitlik halinde
getiriler. Her işin başı para olduğundan bunu sağlamak da çok kolaydır.
Demokrasinin sokaktaki vatandaşa “eşit oy” hakkından başka bir getirisi
yoktur. Çünkü Anayasayı, yasaları onlar yapar. Oy kullanacak seçmene
seçenekleri elitler sunar. Parası olan aday olabilir. Onların içinden kimin
aday olabileceğine bile gene elitler karar verir. Seçmen de kendisine
sunulan seçenekler içinden seçmek zorunda kalır..
Bu da yetmez, tüm yaygın basın ve yayın organlarını eline geçirmiş büyük
sermaye sahipleri sahip oldukları yayın organlarıyla seçmeni oy vereceği
parti konusunda yönlendirir, kandırır, ikna eder. Paranın gücüyle sımsıkı
kuşatılan seçmenin en kötüsünün bile en iyisi olduğuna inanmaktan yapacak
bir şeyi yoktur. Seçimini yapar. Seçtiği adam da kısa sürede elitler arasına
katılır, kendisine oy verenlere sırtını döner.
Demokrasi kime gerekli?
Al Anwar (Kürt Televizyonu) Televizyonunda Avrupa Parlamentosunda
gerçekleştirilen Kürt Kurultayını izliyorum. Serdar Akinan konuşuyor:
“Demokrasi Ortadoğu coğrafyasına kan ve gözyaşı getirdi.” diyor. Irak’ın
hali ortada. Akinan bu sözleriyle Ortadoğu’da demokrasiye aslında kimin
gereksinim duyduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Demokrasi Mısır’ın başına Müslüman Kardeş Muhammed Mursi’yi getirdi. Mursi
bütün yetkileri eline alacağı bir kararname çıkarınca, Mısırlı gene Tahrir
Meydanına çıktı. Bu sefer daha kararlı, Cumhurbaşkanlığı sarayına yürüdü.
Mursi, bizim başbakana: “Demokrasinin kesintiye uğratılmasına izin
vermeyeceğim.” dedi. Bizim başbakan da demokrasinin kesintiye uğratılmaması
için Anayasayı değiştirmiş, yargıyı tamamen kendi iktidarına bağlamıştı.
Bizde önce demokrasi geldi. 1946’da alnımızın akıyla demokrasiye geçtik.
Ardından 1949 yılında Milli eğitimin başına ABD’li danışmanlar geldi. 1954
yılında da Marshall yardımı. Yani demokrasiye geçişimizle ABD’nin kucağına
oturmamız arasında fazla zaman geçmedi. Demek ki demokrasi bize değil ABD’ye
gerekliydi. Demokratikleşen ülkeler hemen ABD’nin kucağına oturuyorlardı.
(Gerçi Irak’ta böyle olmadı.)
ABD Başkan Wilson’un prensiplerini açıkladığı 1914 yılından bu yana dünyaya
demokrasi götürmekle uğraşıyor. Ne demişti Wilson yüksek sesle: “Uluslar
kaderlerini kendileri tayin edecek.” Wilson’a göre her etnik toplum ve
topluluk bir ulustu. Ardına da cılız sesle ekledi: “Sınırlar açılmalı
ticaret serbestleşmeli.”
Japonya’ya atom bombalarını attıran Truman 1947’de yaptığı radyo
konuşmasında: “ Silahlı azınlıklara yada dış baskılara boyun eğmemek için
direnen özgür halkları desteklemek Birleşik Devletlerin politikası
olmalıdır. (…) Özgür halklara, kendi yazgılarını kendilerince belirleme
çabalarında yardımcı olmalıyız.” derken dünyaya özgürlük ve demokrasi
götürmekten söz ediyordu. Dediğini yaptı da. 1950 yılında 4 milyon insanın
canı bahasına Kore’ye özgürlük götürdü. Bu arada NATO’yu kurduğunu söylemeyi
de unutmayalım. İran’da seçimle işbaşına gelmiş Musaddık hükümetinin
devrilerek yerine Pehlev’inin “Şah” olarak geçirilmesi (1953) de gene
Truman’ın demokrasi uğruna yaptırdığı işlerden biridir.
Cumhuriyetin kuruluş belgelerinde ve Nutuk’ta demokrasi sözcüğüne
rastlamıyoruz. Onun yerine Halkın kendini yönetmesi anlamına gelen
Cumhuriyet ve işlerin halk yararına yapılmasının gereğini bildiren halkçılık
ilkesi vardı. Bu yüzden de ülkede eşi benzeri görülmemiş bir kalkınma; hem
de dünya 1929 krizini yaşarken başarılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa, Türk ulusunun mücadelesini “Emperyalizme ve Kapitalizme”
karşı verilen bir mücadele olarak tanımlamıştı. Bu yüzden de kaynağını
kapitalizmin ideolojisi olan liberalizmden alan batı demokrasisine pek
itibar etmemişti.
Küreselleşmenin yükselen değeri demokrasi.
Her yıl rüşvet yoluyla Sovyetler Birliği milli gelirinden çalarak
burjuvalaşan bürokratlar işsiz güçsüz ayak takımını “demokrasi için"
ayaklandırdılar. Gorbaçov da kafasını kaşıdı, demokratikleşmenin iyi fikir
olduğuna karar vererek tarihi yeniden yazdı. Ortalığı yumuşatıp Sovyetler
Birliğinin yıkılışını hazırladı. Votkayı çekip Tankın üstüne çıkan, bu yolla
da kahraman olan Yeltsin yıkımı tamamladı. Sovyetler Birliğine demokrasi
gelmişti. Bileği güçlü olan, gözü kara olan demokratik yollardan Sovyetler
Birliğinin ekonomik kaynaklarına el koydu. Birlik parçalanırken, KGB
yetkilileri de başında bulundukları cumhuriyetlerin yönetimine yine
demokratik yollardan el koydular. Yoksulluk arttı, Evsizler Moskova
sokaklarında donarak öldüler.
Bu sırada da bilimsel teknolojik devrim sosyalizmin yerine, küreselleşme de
enternasyonalizmin yerine geçti. Ulus çıkarları, sınıf çıkarları unutuldu.
Yerlerine yükselen değerler geçirildi. Yükselen değerlerin de en hızlı
yükselenleri özgürlük ve demokrasi oldu.
Özgürlük dendiği zaman bireyin kimseye karşı sorumluluk duymadan her şeyi
yapması, demokrasi dendiği zaman da bireyin ulusuna, sınıfına ve devlete
karşı hiçbir sorumluluk taşımaması anlaşılır oldu. Özgür birey, medya
yoluyla kedisine gösterileni yapmayı özgürlük sandı. Demokrasiye inanalar da
bir çift kadın memesine ülkeyi satmayı demokrasi bellediler.
Küresel sermayenin tankını süren ABD’nin istediği buydu.. Zaten
küreselleşmenin ideolojik yapılanmasını kuranlar, yükselen değerleri
toplumun önüne koyanlar, küresel sermayenin beslediği; insanlığa ihanet eden
aydın takımıydı. Liberalizmi küreselleştirmişler, adına da özgürlük ve
demokrasi demişlerdi.
11 Eylül ve demokrasi.
11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kuleler yıkıldı. MOSSAD’a CIA tarafından
yaptırıldığına inanılan bu saldırı Müslüman bir terör örgütünün üstüne
yıkılarak Müslüman dünyası suçlu ilan edildi.Kırmızı (düşman) kuvvetlere
mensup pek çok terörist Guantanamo denilen yerde deyim yerindeyse terbiye
edildi. Azılılarının mavi (dost) kuvvetlere katılmaları sağlandı. Faydalı
teröristler edinildi. (Bunlar daha sonra Libya’yı ve Suriye’yi
demokratikleştirme işinde görev alacaklardı.)
Müslüman dünyası Ortadoğu’ydu. O halde Ortadoğu’nun “şiddetle”
demokratikleştirilmesi gerekiyordu. Zira demokratik olmayan ülkelerin
liderleri terörizme destek oluyor, teröristleri barındırıyordu. Kimyasal
silahlar, kitle imha silahlar ( nereden bulduysalar) onlardaydı. Gözlerini
kırpmadan kullanırlardı. İsrail gibi anadan doğma demokratik olan ülkelerin;
sahip oldukları kitle imha silahları ise sorgulanmazdı.
Demokrasi düşmanlarının saldırısıyla yaralanan demokrasi kaplanı ABD,
bölgeyi demokratikleştirmek için genişletilmiş Kuzey Afrika ve BOP projesini
geliştirdi. Uzun uzun anlatmayalım BOP bölgedeki Türkiye de dahil 24 ülkenin
sınırlarının değiştirilerek “demokratikleştirilmesini” öngörüyordu. Ortadoğu
için demokrasiyle BOP aynı anlama geliyordu.
Son söz.
Elitler arası eşitlik niteliğini koruyan demokrasinin de kendine göre
kuralları var. Bu kurallar batıda geçiyor. Almanya Almanca dışında bir dille
eğitim yapılmasını kabul etmiyor. Fransa millet kavramından vaz geçmiyor.
Ancak demokrasi bize doğru gelirken bir bollaşıyor, bir genişliyor ki
sormayın. Kendi ülkelerinde kurallarından milim geri adım atmayan Avrupalı
politikacılar, bize gelince ülkenin bölünmesi, parçalanması için gereken her
şeyi demokratik talep olarak görüyor, gösteriyor. Yargı bağımsızlığını
ortadan kaldıran Anayasa değişikliklerini bile büyük demokratik gelişme diye
alkışladılar utanmadan. Seyit Rıza’nın itibarının iadesini istemek de bu
bollaştırılan, sulandırılan demokrasiye uygun bir “demokratik talep” olarak
karşımıza çıkarılıyor. Sırada 40 binden fazla kişinin ölümünden sorumlu
Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve itibarının iadesi var. Avrupa
Parlamentosunda gerçekleştirilen Kürt Kurultayında bu da konuşuldu.
Demokrasiye aşığız. Bütün bunları aşık olduğumuz demokrasinin aslında ne
aşüfte olduğunu anlatmak için yazdım. Gözümüzün içine baka baka boynuzluyor…
Ender Erdemil, 12 Aralık 2012
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder