Bellapais
13 Aralık 2012
Demokrasiye aşığız!
Demokrasiye hepimiz aşığız şükür. Demokrasi deyince akan suları
durduruyoruz.
Demokrasiyi ortadan kaldıran, tahkikat komisyonları kurup karşıtları
susturan, günlük gazeteleri sansürleyen, “Odunu koysam mebus seçtiririm”
diyen DP iktidarının başbakanı Adnan Menderes’e itibarını iade ettik.
Demokrasi adına...
Seyit Rıza, Dersim İsyanını başlatmak için Suriye’deki Fransız gizli
servisinden talimat almıştı. Bunun adı vatana ihanettir. Ayrıca Seyit Rıza
devlete vergi vermeyeceğiz, yol, okul,köprü yapmayacaksınız diye devlete
ültimatom veren bir aşiret reisi. Bölgede egemenliğini korumak için yaşadığı
bölgenin demokratikleştirilmesine ve kalkındırılmasına karşı çıktı.
Demokrasi adına onun da itibarının iade edilmesi isteniyor Mersin
siyasetinde bir çizgi sahibi olmaya çalışan Yücel Ceylan’a göre de Seyit
Rıza’nın itibarının iadesini istemek demokratik bir talep.
Etnik ayrılıkçı terör örgütünün ülkeyi bölme girişiminin adı “Demokratik
özerklik”. Demokrasi adına Tekke ve zaviyeler açılacak. Tarikatların
özgürleştirilecek.
Suriye’yi kana bulayan dış kaynaklı terörist grupları desteklemek, onlara
Türkiye’de barınma hakkı sağlamak, silah para, sağlık hizmeti ve pek çok
ayrıcalık sağlamak hepsi Suriye’ye demokrasi götürmek için. Irak’ta yaklaşık
1.5 milyon insan demokrasi için öldürüldü. Libya demokrasi adına yerle bir
edildi. Kaddafi “demokrasi güçleri” tarafından linç edildi.
Anayasa’da “millet” tanımının değiştirilmek istenmesi, “Andımız” dan vaz
geçilmesi, :” Kur’anla mürtedane (hiçe sayan) mutlak istibdada, cumhuriyet;
mutlak din sapıklığına, rejim; mutlak sefahate, medeniyet; keyfi cebre kanun
adı verilerek Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş.”, “Türkiye Cumhuriyeti yalnız
İslama değil, ahlaka da aykırı bir yapı” diyen Saidi Nursi’nin
hortlatılması; bunların hepsi demokrasimizin gelişmesi için..
Yargılama süreçleri hukuksuz, kanunsuz ve adaletsiz yürütülen Ergenekon,
Balyoz vb davalar; bu davalarda haksız hukuksuz tutsak almalar demokrasinin
bir daha kesintiye uğratılmaması için.
Demokrasi için yapılması istenenleri ve yapılanları saymaya kalksak
zamanımız yetmez. Bu kadar saydığımızla yetinelim. Ve düşünelim: Demokrasi
aşığı bu kadar kişi içinde; “topraksız köylüye toprak verelim,
taşeronlaşmayı ortadan kaldıralım, tarımın çöküşünün, köylünün yok
edilişinin önüne geçelim, gelir dağılımını düzeltelim…” diyen var mı? Yok.
Deseler de sesleri “Ana dilde eğitim hakkı” derken olduğu gibi güçlü
çıkmıyor. Yaygın basın da demokrasi adına böyle şeyler söyleyenlerin, ileri
geri konuşanların seslerini kesiyor. İstemleri “demokratik talepler”
arasında yer bulmuyor.
Demokrasi aşkımız nereden geliyor?
Demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı söylenir. Doğrudur da.
Sağlıklı bir demokratik işleyiş, yasama yürütme ve yargı erklerinin
birbirinden bağımsız, birbirini denetleyebilir durumda olmasına bağlıdır. Bu
ayrılığın eşitliği ve adaleti sağlayacağı düşünülür. Demokrasinin bu
kuramsal yapısı eşitlik sevdalısı olan bizlerin demokrasi aşığı olmamız için
yeterlidir.
Bu yetmezse, tarih demokrasi aşkımızı güçlendirir. Atina’dan günümüze tarih,
demokrasiyi eşitlikle birlikte anarak anlatır. İngiltere’de en uzun ve zorlu
savaşımın işçinin en demokratik hakkı olan 8 saatlik işgünü için
verildiğini, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” Demesinden fakir
fukaranın halinden haberi olmadığı anlaşılan Mari Antuanet’in kafasının
nasıl kesildiğini, Bastil’in nasıl basılarak tutsakların serbest
bırakıldığın okur (halk adına) keyifleniriz. Bunların hep demokrasi içindir.
Gel de aşık olma böyle demokrasiye.
Oysa bilmeyiz ki devrimin beşiği Fransa’da işçi sınıfı, fakir fukara ne
zaman güçlense; elitlerin iktidarını ne zaman tehlikeye düşürse
aristokratlar göreve çağrılmış, işçi sınıfı acımasızca ezilmiş bu yüzden de
Fransa’da Cumhuriyet beş kez yeniden kurulmuş…
Demokrasi eşitlik mi?
Tarih demokrasinin Yunanistan’da doğduğunu anlatır. Solon (İÖ 640-599)
Attika’ya demokrasiyi getirmiş. Aslına bakarsanız Attika’da Solon’dan önce
de demokrasi varmış.Siyasete katılma hakkının aristokratların elinde olduğu
bir demokrasi. Ticaret gelişip para soyluluğun önüne geçince işler karışmış.
Vatandaş da çok yoksullaştırılınca düzenin korunması gereği ortaya çıkmış.
Solon, siyasete katılma hakkını soylulardan alıp parası olana vermiş.
Siyasete katılanların sayısı da bu sayede çoğalmış. Borçlarından dolayı
köleleştirilenleri de azat edip borçları silince ortalık güllük gülistan
olmuş. Yoksul biraz rahatlamış, ancak toplumdaki ve siyasetteki yeri
değişmemiş. Demokrasi de “elitler arasında eşitlik” olma niteliğini korumuş.
Sadece elitler değişmiş ve sayıları artmış.
Elitler arası eşitlik olarak doğduğu günden bu yana bu niteliğini
değiştirmeyen demokrasi sanayi toplumunda esas olarak “girişimcinin
özgürlüğünü ”garanti altına alır. Girişimci kimdir? Sermaye sahibinin
parasını yatırıma döndüren, işçi çalıştırarak artı değeri yaratan kişidir.
Bu durumda para sahibiyle girişimci bir olur, toprak sahibiyle de işbirliği
yaparak demokrasiyi sanayi toplumunun elitleri arasındaki eşitlik halinde
getiriler. Her işin başı para olduğundan bunu sağlamak da çok kolaydır.
Demokrasinin sokaktaki vatandaşa “eşit oy” hakkından başka bir getirisi
yoktur. Çünkü Anayasayı, yasaları onlar yapar. Oy kullanacak seçmene
seçenekleri elitler sunar. Parası olan aday olabilir. Onların içinden kimin
aday olabileceğine bile gene elitler karar verir. Seçmen de kendisine
sunulan seçenekler içinden seçmek zorunda kalır..
Bu da yetmez, tüm yaygın basın ve yayın organlarını eline geçirmiş büyük
sermaye sahipleri sahip oldukları yayın organlarıyla seçmeni oy vereceği
parti konusunda yönlendirir, kandırır, ikna eder. Paranın gücüyle sımsıkı
kuşatılan seçmenin en kötüsünün bile en iyisi olduğuna inanmaktan yapacak
bir şeyi yoktur. Seçimini yapar. Seçtiği adam da kısa sürede elitler arasına
katılır, kendisine oy verenlere sırtını döner.
Demokrasi kime gerekli?
Al Anwar (Kürt Televizyonu) Televizyonunda Avrupa Parlamentosunda
gerçekleştirilen Kürt Kurultayını izliyorum. Serdar Akinan konuşuyor:
“Demokrasi Ortadoğu coğrafyasına kan ve gözyaşı getirdi.” diyor. Irak’ın
hali ortada. Akinan bu sözleriyle Ortadoğu’da demokrasiye aslında kimin
gereksinim duyduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Demokrasi Mısır’ın başına Müslüman Kardeş Muhammed Mursi’yi getirdi. Mursi
bütün yetkileri eline alacağı bir kararname çıkarınca, Mısırlı gene Tahrir
Meydanına çıktı. Bu sefer daha kararlı, Cumhurbaşkanlığı sarayına yürüdü.
Mursi, bizim başbakana: “Demokrasinin kesintiye uğratılmasına izin
vermeyeceğim.” dedi. Bizim başbakan da demokrasinin kesintiye uğratılmaması
için Anayasayı değiştirmiş, yargıyı tamamen kendi iktidarına bağlamıştı.
Bizde önce demokrasi geldi. 1946’da alnımızın akıyla demokrasiye geçtik.
Ardından 1949 yılında Milli eğitimin başına ABD’li danışmanlar geldi. 1954
yılında da Marshall yardımı. Yani demokrasiye geçişimizle ABD’nin kucağına
oturmamız arasında fazla zaman geçmedi. Demek ki demokrasi bize değil ABD’ye
gerekliydi. Demokratikleşen ülkeler hemen ABD’nin kucağına oturuyorlardı.
(Gerçi Irak’ta böyle olmadı.)
ABD Başkan Wilson’un prensiplerini açıkladığı 1914 yılından bu yana dünyaya
demokrasi götürmekle uğraşıyor. Ne demişti Wilson yüksek sesle: “Uluslar
kaderlerini kendileri tayin edecek.” Wilson’a göre her etnik toplum ve
topluluk bir ulustu. Ardına da cılız sesle ekledi: “Sınırlar açılmalı
ticaret serbestleşmeli.”
Japonya’ya atom bombalarını attıran Truman 1947’de yaptığı radyo
konuşmasında: “ Silahlı azınlıklara yada dış baskılara boyun eğmemek için
direnen özgür halkları desteklemek Birleşik Devletlerin politikası
olmalıdır. (…) Özgür halklara, kendi yazgılarını kendilerince belirleme
çabalarında yardımcı olmalıyız.” derken dünyaya özgürlük ve demokrasi
götürmekten söz ediyordu. Dediğini yaptı da. 1950 yılında 4 milyon insanın
canı bahasına Kore’ye özgürlük götürdü. Bu arada NATO’yu kurduğunu söylemeyi
de unutmayalım. İran’da seçimle işbaşına gelmiş Musaddık hükümetinin
devrilerek yerine Pehlev’inin “Şah” olarak geçirilmesi (1953) de gene
Truman’ın demokrasi uğruna yaptırdığı işlerden biridir.
Cumhuriyetin kuruluş belgelerinde ve Nutuk’ta demokrasi sözcüğüne
rastlamıyoruz. Onun yerine Halkın kendini yönetmesi anlamına gelen
Cumhuriyet ve işlerin halk yararına yapılmasının gereğini bildiren halkçılık
ilkesi vardı. Bu yüzden de ülkede eşi benzeri görülmemiş bir kalkınma; hem
de dünya 1929 krizini yaşarken başarılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa, Türk ulusunun mücadelesini “Emperyalizme ve Kapitalizme”
karşı verilen bir mücadele olarak tanımlamıştı. Bu yüzden de kaynağını
kapitalizmin ideolojisi olan liberalizmden alan batı demokrasisine pek
itibar etmemişti.
Küreselleşmenin yükselen değeri demokrasi.
Her yıl rüşvet yoluyla Sovyetler Birliği milli gelirinden çalarak
burjuvalaşan bürokratlar işsiz güçsüz ayak takımını “demokrasi için"
ayaklandırdılar. Gorbaçov da kafasını kaşıdı, demokratikleşmenin iyi fikir
olduğuna karar vererek tarihi yeniden yazdı. Ortalığı yumuşatıp Sovyetler
Birliğinin yıkılışını hazırladı. Votkayı çekip Tankın üstüne çıkan, bu yolla
da kahraman olan Yeltsin yıkımı tamamladı. Sovyetler Birliğine demokrasi
gelmişti. Bileği güçlü olan, gözü kara olan demokratik yollardan Sovyetler
Birliğinin ekonomik kaynaklarına el koydu. Birlik parçalanırken, KGB
yetkilileri de başında bulundukları cumhuriyetlerin yönetimine yine
demokratik yollardan el koydular. Yoksulluk arttı, Evsizler Moskova
sokaklarında donarak öldüler.
Bu sırada da bilimsel teknolojik devrim sosyalizmin yerine, küreselleşme de
enternasyonalizmin yerine geçti. Ulus çıkarları, sınıf çıkarları unutuldu.
Yerlerine yükselen değerler geçirildi. Yükselen değerlerin de en hızlı
yükselenleri özgürlük ve demokrasi oldu.
Özgürlük dendiği zaman bireyin kimseye karşı sorumluluk duymadan her şeyi
yapması, demokrasi dendiği zaman da bireyin ulusuna, sınıfına ve devlete
karşı hiçbir sorumluluk taşımaması anlaşılır oldu. Özgür birey, medya
yoluyla kedisine gösterileni yapmayı özgürlük sandı. Demokrasiye inanalar da
bir çift kadın memesine ülkeyi satmayı demokrasi bellediler.
Küresel sermayenin tankını süren ABD’nin istediği buydu.. Zaten
küreselleşmenin ideolojik yapılanmasını kuranlar, yükselen değerleri
toplumun önüne koyanlar, küresel sermayenin beslediği; insanlığa ihanet eden
aydın takımıydı. Liberalizmi küreselleştirmişler, adına da özgürlük ve
demokrasi demişlerdi.
11 Eylül ve demokrasi.
11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kuleler yıkıldı. MOSSAD’a CIA tarafından
yaptırıldığına inanılan bu saldırı Müslüman bir terör örgütünün üstüne
yıkılarak Müslüman dünyası suçlu ilan edildi.Kırmızı (düşman) kuvvetlere
mensup pek çok terörist Guantanamo denilen yerde deyim yerindeyse terbiye
edildi. Azılılarının mavi (dost) kuvvetlere katılmaları sağlandı. Faydalı
teröristler edinildi. (Bunlar daha sonra Libya’yı ve Suriye’yi
demokratikleştirme işinde görev alacaklardı.)
Müslüman dünyası Ortadoğu’ydu. O halde Ortadoğu’nun “şiddetle”
demokratikleştirilmesi gerekiyordu. Zira demokratik olmayan ülkelerin
liderleri terörizme destek oluyor, teröristleri barındırıyordu. Kimyasal
silahlar, kitle imha silahlar ( nereden bulduysalar) onlardaydı. Gözlerini
kırpmadan kullanırlardı. İsrail gibi anadan doğma demokratik olan ülkelerin;
sahip oldukları kitle imha silahları ise sorgulanmazdı.
Demokrasi düşmanlarının saldırısıyla yaralanan demokrasi kaplanı ABD,
bölgeyi demokratikleştirmek için genişletilmiş Kuzey Afrika ve BOP projesini
geliştirdi. Uzun uzun anlatmayalım BOP bölgedeki Türkiye de dahil 24 ülkenin
sınırlarının değiştirilerek “demokratikleştirilmesini” öngörüyordu. Ortadoğu
için demokrasiyle BOP aynı anlama geliyordu.
Son söz.
Elitler arası eşitlik niteliğini koruyan demokrasinin de kendine göre
kuralları var. Bu kurallar batıda geçiyor. Almanya Almanca dışında bir dille
eğitim yapılmasını kabul etmiyor. Fransa millet kavramından vaz geçmiyor.
Ancak demokrasi bize doğru gelirken bir bollaşıyor, bir genişliyor ki
sormayın. Kendi ülkelerinde kurallarından milim geri adım atmayan Avrupalı
politikacılar, bize gelince ülkenin bölünmesi, parçalanması için gereken her
şeyi demokratik talep olarak görüyor, gösteriyor. Yargı bağımsızlığını
ortadan kaldıran Anayasa değişikliklerini bile büyük demokratik gelişme diye
alkışladılar utanmadan. Seyit Rıza’nın itibarının iadesini istemek de bu
bollaştırılan, sulandırılan demokrasiye uygun bir “demokratik talep” olarak
karşımıza çıkarılıyor. Sırada 40 binden fazla kişinin ölümünden sorumlu
Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve itibarının iadesi var. Avrupa
Parlamentosunda gerçekleştirilen Kürt Kurultayında bu da konuşuldu.
Demokrasiye aşığız. Bütün bunları aşık olduğumuz demokrasinin aslında ne
aşüfte olduğunu anlatmak için yazdım. Gözümüzün içine baka baka boynuzluyor…
Ender Erdemil, 12 Aralık 2012
21 Ekim 2012
İslamcı- Etnik yeni Gladio..
Türkiye’de cinayetler işlenir, suikastlar yapılır, toplumsal olaylar olur, sağ-sol, alevi-sunni, Kürt-Türk çatışma ortamı tahrikleri yapılır. Gizli çeteleşmeler, örgütler konuşulur, yargılamalar yapılır, tasfiyeler yapılır. Ancak hiç birinde Gladio, CIA, FBI, MI6, Mossad, konuşulmaz. Sağcısı, solcusu, milliyetçisi, Müslümanı, laikçisi, demokratı, muhafazakarı nedense dinlendirmez.
Soğuk savaş döneminde genellikle milliyetçi bilinen unsurlardan oluşturulan Gladioyeni yapılanmaya gitti. Yeşil kuşak projesiyle uygulamaya konulan Gladio yapılanmasında elemanlar; İslamcı kimlikleri ile birlikte etnik kimlikleri ön planda olanlar her meslek grubundan seçildi. Eğitildiler görev alanları belirlendi, çalışmaya başladılar.
Yeni Gladio; Orient Club’ın (büyük Kulüp) yeni oligarşik yapılanmasının eylem ayağıdır.
Feryat edenler kim?Önceki Gladio yapılanmasında yer alanlar.
Karşı olanlar kim?Öncekine de şimdikine karşı olan bağımsızlık tutkunu vatanseverler.
Yeni örgütlenme;değişen dünya ve bölgesel gelişmelere göre yapılandırıldı.
Peki ama neden?
ABD-İngiltere-Fransa şer üçlüsünün Türkiye ve bölge operasyonu yeni dönem hazırlığını tamamlamış durumda. Türkiye'ye sivil açıdan yapılan operasyon, psikolojik savaş aşamasından eylemli çökertme aşamasına geçmiştir. Zihinsel ve fiziksel ucube tipler, eğitilerek bölge ülkelerinde yönetim değişiminde rol oynuyorlar.
Özel Kuvvetler Komutanlığı(ÖKK) ilk kurulduğu zaman adı Seferberlik Tetkik Kurulu(STK) idi. Türkiye'nin 1951′de NATO'ya girmesinin bir sonucu olarak 1952 yılında ordu bünyesinde kuruldu. NATO'ya giren tüm ülkelerde benzer örgütler kurulmuştu.
Bu örgütler sayesinde ABD, üye ülkeleri NATO aracılığıyla denetim altında tutacaktı.
Giderlerini ABD'nin karşıladığı bu örgütler, NATO'nun gizli örgütü olan Süper-NATO'nun, yani Gladyo'nun denetimi altında idiler. Türkiye'deki örgütün çekirdek kadrosunu Kore'den dönen ve Gayri Nizami Harp stratejisini öğrenmiş olan subaylar oluşturdu.
Kurulun gizli görevi;Türkiye'de Amerika karşıtı bir rejim değişikliğini engellemekti. Aynen diğer NATO ülkelerinde olduğu gibi. Ama STK'nın görünürdeki amacının Sovyet istilasına uğrayan bölgelerde direnişi örgütlemek olduğu söyleniyordu...
Plana göre; yurt çapında çeşitli yerlere silah gömülecek, istila anında önceden belirlenmiş kişiler bu silahları çıkararak direniş başlatacaklardı. Bunun için, topluma sürekli Sovyet tehdidi propagandası yapılıyordu.
CIA ve Adnan Menderes hükümeti arasında imzalanan 1959 tarihli bir anlaşmada, Gizli Ordunun rejime karşı iç ayaklanma durumunda harekete geçirileceği belirtiliyordu.
Seferberlik Tetkik Kurulu'nun ismi 1965 yılında Özel Harp Dairesi (ÖHD) oldu. Daire, ABD'nin kontrolünde uzun yıllar Kontrgerilla (Gladio) olarak hizmet verdi.
Daire'nin resmi varlığı, 1974 yılında Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'ın Başbakan Ecevit'ten acil bir ihtiyaç için para istemesiyle ortaya çıktı.
Bu süre içinde; faili meçhul cinayetler, 1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum türünden provokasyon ve katliamlar, Kültür Sarayı sabotajı, Sirkeci, Yeşilköy bombalamaları, aydınların suikastlerle öldürülmeleri hep bu örgüt tarafından gerçekleştirildiği ileri sürüldü.
Çünkü TSK, böyle yapmakla Sovyetlere karşı Türkiye'nin bağımsızlığını savunduğuna ve ABD'nin stratejik müttefikimiz olduğuna inandırılmıştı...
NATO eğitimlerinden geçen, beyinleri yıkanan TSK mensuplarının gözü açılır. Onlar ABD'nin her dediğinin çıkarlarımıza uygun olduğu konusunda şartlandırılmışlardı. Ancak 1980′lerin sonuna doğru TSK içinde, ABD'nin stratejik hedefleri konusunda fikir değişiklikleri oluşmaya başlar.
1986 yılında ABD, şimdilerde uygulatmaya çalıştığı Türkiye himayesinden Kürdistan Planını Evren ve Özal'ın oluruyla Türk Ordusu'na da dayatmıştı. Plan, Genelkurmay Başkanı Org. Nejdet Üruğ'un sert direnciyle karşılaşır ve engellenir.
ABD emrinde Irak'a girme planına karşı çıkan Org. Torumtay istifa eder, plan suya düşer.
Komutanlar, ABD'nin Türkiye'yi bölmeyi amaçlayan planlar yaptığını ve bu planları Türk ordusu eliyle uygulamaya koymak istediğini anlarlar.
ÖKK, Gladio'nun sultasından çıkarılır. Bu süreçte, 1990 yılında Org. Doğan Güreş döneminde Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı'na (ÖKK) dönüştürülür, 1992′de de yeniden yapılandırılır. Bu isim değişikliği ile ABD ilişkilerinin sorgulandığı sürecin de somut bir sonucuydu.
Öyle ki; Özel Kuvvetler Komutanlığı ile Daire ABD ve Gladio'nun sultasından çıkarıldı!
ABD görevlileri Org. Karadayı döneminde ÖKK binasından çıkarılır.
NATO ve ABD ilişkileriyle, ABD parasıyla, ABD eğitimiyle Türk Milletine karşı oluşturulmuş olan yapı, artık Milli Kuvvet haline dönüştürülür. ABD, TSK'yı hedef alır.
Ya şimdi! Dinci ve etnik unsurlardan oluşturulan Yeni Gladio önce Türkiye’de yapılandırıldı.ABD-İngiltere karşıtı unsurlar hayali senaryolarla, operasyonlarla tasfiye edildiler, devre dışı bırakıldılar. Türkiye odaklı yapılanma ile önce Libya, Mısır şimdi de Suriye muhaliflerini eğitiyor, silahlandırıyor ve ilgili ülkelere göndererek yönetim değişiminde aktif rol aldırıyorlar.
Türkiye içi ve Bölgesel olaylarda yeni savaş yöntemlerine karşı vatanseverlerin duyarlı olması gerekir.
Nurullah Aydın 18 Ekim 2012-ANKARA
1 Ekim 2012
Darbe mi İstiyorsunuz? Alın Size Gerçek Darbeler Dizisi...
Şu ülkede en samimi dediğimiz kişi bile darbe konusunda konuşup yazarken; tabii biz de darbeler olmasın istiyoruz ama diye söze başlayarak darbeci sivillere bir özür mesajı yolluyor. Bıktım bu korkaklıktan. Bıktım bu ikiyüzlü, yüreği başka, kalemi başka, dili başka aydınlardan.
Hangi darbe ey insancıklar? 1960, 1971, 80, 28 Şubat mı? 100 yıla dayanan Cumhuriyet’in darbeleri bunlardan mı ibaret? Neden gerçekleri yazmıyorsunuz? Psikolojik harp elemanlarının kulaklarınıza fısıldadığı kafa karışıklığını bilgi diye mi pazarlıyorsunuz?
O zaman ben sizlere gerçek darbeler silsilesini 73 yıllık tarihi süreç içinde yazayım da, ezberiniz bozulsun. Belki bozuk plak gibi aynı cümleleri tekrarlamaktan kurtulursunuz.
Tarihsel darbe süreçleri:
Atatürk’ün ölümünden sadece altı ay sonra ilk darbe İsmet İnönü hükümeti tarafından indirildi. Bağımsız dış politika anlayışından vazgeçilerek, İngiltere ve Fransa ile iki ayrı deklarasyon imzalandığı gün bu ülkeye yapıldı DARBE.
Dışişlerine getirilen Şükrü Saraçoğlu İngiltere Büyükelçisine; “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı ülkelerinin hizmetine verdiğini” söylediğinde indirdi DARBEYİ!..
Antlaşma yapılan İngiltere 1930 yılına kadar süren bütün Kürt ayaklanmalarını kışkırtıyordu.
Atatürk’ün ölmesinden önce projeleri hazırlanan Demir Çelik, Genel Makine ve Elektrolit Bakır gibi yatırımların programdan çıkarılmasıyla ekonomik bağımsızlığımıza karşı yedik DARBEYİ.
ABD ile gizli "sanayileşmeme" anlaşmaları yapıldığı tarih, milletin geleceğine indirilen en gerçek DARBELERDEN biridir!!.
1947 Yılında İMF, Dünya Bankası ile antlaşmaların yapıldığı gün ülkenin boynuna esaret halkası geçirilerek yapıldı DARBE!!.
1947 de Truman Doktrini kabul edildi. 1948 de Marshall yardım planı kabul edildiğinde ABD kapısına bağlanan Türkiye’ye siyasiler eli ile indirildi DARBE!!.
ABD ile yapılan Eğitim Antlaşması 27-Aralık 1949 yılında imzalandı. İmzalanan antlaşmaya göre Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu kurulacak, parasını Türk Devleti verecekti. Komisyon üyeleri dördü ABD, dördü Türk olmak üzere 8 kişiden teşekkül edecek, oylar eşit olduğu takdirde kararı komisyon başkanı verecekti. Komisyon başkanı olarak ABD’nin diplomatik misyon şefinin kabul edildiği gün bu millete sadece darbe yapılmadı, bütün gelecek nesillerin başına Amerikan çuvalı geçirildi.
Söyler misiniz? Darbeci diye damgalanan ordu mu yaptı bu anlaşmaları?
CHP Vekili iken çıkarılmak istenen toprak reformuna toprak ağası olduğu için karşı çıkarak istifa eden Menderes, toprak reformunu engelleyerek vurdu DARBEYİ.Toprak reformu yapılabilseydi eğer, Güneydoğu sorunu bu günkü çetrefilli hale gelmeyebilirdi. Menderes halkı ezen ağaları meclise taşıyarak zalimleri devlet yaptı. Zalim devlet olursa, halkın sığınıp adalet bekleyeceği bir merci kalır mı? Kalmaz!. Bu günkü Güneydoğu sorununda Menderes’in harcı vardır, emeği vardır. Günahı vardır.
Toprak reformunu askerler mi engelledi?
NATO’ya girerek ABD askerlerini en mahrem yerlerimize, Genelkurmay’ın içine yerleştirenler, bütün yapılacak darbelere de zemin hazırladı. El verdi. Yol verdi.
NATO’ya girmek uğruna yer altı kaynaklarımızı 50 yıl çıkarmama GİZLİ anlaşması yapılarak yapıldı DARBE!.
Atatürk’ün kurduğu uçak fabrikası kapatıldığı gün yedik darbelerden birini.
Avrupa ülkeleri, ABD vb. ülkeler ülkelerinin bekası için bir dış düşman belirler. Yunanistan Türk düşmanlığı üzerinden halkın önüne bir hedef koyar. Bir avuç aç Ermenistan gençliğinin önüne hedef olarak Ağrı’yı ve Büyük Ermenistan’ı koyuyor. İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin bile bir hedefi var. Ekümen olduğunu kabul ettirerek İstanbul’un bağrında ikinci Vatikan’ı kurmak için çalışıyor. 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra İstanbul geri alınana kadar kapattıkları Patrikhanenin kapısı hala kapalı olduğuna göre, 1453 yılından beri İstanbul’u geri alma hedefi Patrikhane için devam ediyor.
Bir tek Türk Devleti’nin hedefi yok!.. Neden? Askerler yüzünden mi?
HAYIR!.. ABD memuru siyasiler yüzünden.
Ufuksuz, çapsız siyasiler; devletin bekası için ancak iç düşman yaratabilecek kapasiteye sahiptiler.
12 Eylül öncesinde sağ-sol diye ikiye bölünen gençlik üzerinden siyaset yapanlar aslında 12 Eylül Darbesi ile aklandı. Evet, yanlış okumadınız.
Siyasiler 12 Eylül Darbesi üzerinden aklandı!!.
12 Eylül öncesinde sağ-sol diye ikiye bölünen polis taraf olduğu kesime arka çıkmakla kalmayıp teşvik ederken, işlenen cinayetlerden İçişleri Bakanı sorumlu değil miydi?
O silahların gençlere ulaşmasını engellemeyen MİT ve bağlı olduğu Başbakan, Gümrük Bakanı, Milli Savunma Bakanı suçlu değil miydi?
Polis, asker, üniversiteler, mahalle ve sokakların bölündüğü, penceresinin önünde otururken serseri kurşunlarla ölen insanların yaşandığı bir ülkede siyasiler ne halt ediyordu? Ne halt ettiklerini ben size anlatayım:
Sağ hükümetler solcu memurları öldürülsün diye Yozgat, Çankırı, Erzurum gibi illere gönderiyordu. Sol hükümetler sağcı memurları öldürülsün diye Kars, Tunceli gibi illere gönderiyordu.
Gençliği kışkırtıp birbirine kırdırırken kendileri Anadolu Kulüp’te karşılıklı oyun oynuyordu.
Hızlı eğitimler icat ettiler. 3 ayda maydanoz bile yetişmez ama bunlar öğretmen yetiştirdi. Al sana Milli Eğitim sistemine yapılan bir darbe daha.
Bu darbeleri asker mi yaptı?
Ecevit ve Demirel günlerce bir Cumhurbaşkanı seçemedi. Cumhurbaşkanı seçimi komediye döndü. Ajda Pekkan bile dalga geçmek için aday gösterildi. Peki 57. Koalisyon hükümetinin Başbakanı Merhum Ecevit koalisyon döneminde ne yaptı?Demirel’in Cumhurbaşkanlığı süresini uzatmak için uğraştı, başaramadı. Demirel’i ancak keşfetti demek ki(!)… Olan 12 Eylül öncesi birbirine boğazlatılan gençliğe oldu.
Ya o zamanın sözde gazetecileri… Şimdi birçoğu 2. Cumhuriyetçi veya Liboş,ya da devlet düşmanı, Kürtçü faşist… Onlar köşelerinde kimi yazsalar ölüm emri olarak alınır, o isim ortadan kaldırılırdı. Hiç biri cinayete azmettirmekten yargılanmadı.
12 Eylül Darbesi aslında ihaneti akladı. Hainleri, ucubeleri kurtarıp yeniden başlayabilecekleri bir sayfa açtı.
Darbe siyasilere ve medya yamyamlarına değil, millete yapıldı. Siyasiler karaya oturttukları devlet gemisinden darbe sayesinde kurtuldu.
ABD, NATO Paşaları ile NATO partilerine operasyon yapmış. Bu millete ne?
Bu milleti ilgilendiren mezara koyduğu evlatları, idam sehpalarında sallandırılan canlarıdır. Hepsi bu!!.
12 Eylül Darbesinden Özal hükümeti çıktı. “Ben zengini severim” dediği gün sosyal devlete darbe yaptı. “Benim memurum işini bilir” dediği gün rüşvete meşruluk kazandırarak ahlaka darbe yaptı.
ABD’den aldığı icazet ile hükümet olan Demokrat(!) Özal, siyasi yasakların kalkmaması için referanduma gitti. Yasaklar kalkmasın diye seçim propagandası gibi propaganda yaptı. Oylama yasakların kalkması yönünde çıktı. Şimdi o Özal’ın Bakanı Cemil Çiçek 12 Eylül darbe yasasını değiştirmek için adeta mabadını yırtıyor. Siyasi ilke denen böyle bir şey olmalı(!).. Sonra da bizden saygı bekliyorlar ama bu gerçeği hatırlatacak muhalefet yok.
Mesut Yılmaz AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer dediği gün bu milletin birliğine DARBE yaptı.
Bu milletin 30 bin evladını katleden bebek katilinin idamdan kurtarıldığı gün en kahpe DARBELERDEN birine maruz kaldı bu millet.
BOP’nin eş başkanı olanlar, Diyarbakır’ı BOP’un yıldızı yapanlar yaptı asıl DARBEYİ.
Sürekli Kürt, Türk, Çerkez diye etnik fesat tohumlarını eken Ordu değil, SİYASİ DARBECİLERDİR.
Bebek katili sapığa gizli af çıkaran da Ordu değildi. (AKP Hükümeti gizli af çıkarmıştı.)
Bebek katili teröriste “sayın” diyerek itibar kazandıranlar, ülkenin Genel Kurmay Başkanına “terörist” damgası vurup itibar cellatlığı yaptığı gün yedi bu millet çivili DARBEYİ!..
Şimdi operasyon yaptığını zannederken operasyona uğrayan bir kesim daha var. Onlar 40 yıldır aynı evlerde, aynı yemekleri(maklube) yiyerek, aynı sohbetleri dinleyerek efsunlandılar, mankurtlaştılar.
Şimdi ABD maşası olarak DARBE yapıyorlar. Hem de en ahlaksızından… Masonları Atatürkçülük maskesi ile 80 yıl kibarca kullanan küresel elit, 9 yılda bunları en pespaye şekilde kullanıp afişe etti. Çünkü (AKP+F Tipi) koalisyon hükümeti üzerinden Müslümanlara DARBE yapıyordu.
AKP koalisyonu 90 Yıllık kinlerinin intikamını alırken, Türk Ordusu üzerinden Türk Milletine DARBE yaptı.
Son sözüm 2007 yılından beri darbe ile yatıp darbe ile kalkanlaradır:
Ordu 50 yılda 4 defa darbe yaptı. Farz edin ki ABD Ordu’ya 4 defa darbe yaptırdı. O da Ordunun tamamına değil, üst kesimine.
Oysa AB-D güdümündeki siyasiler, gazeteciler, MİT ve bürokratlar eliyle 73 yıldır bu ülkeye DARBE yapılıyor.
İşte asıl gerçek budur!
“Darbeler olmasın ama…” diyen cümleler ile söze başlayarak asıl gerçeği gözden kaçırmayın!.
Ülkesine kıyan kinciler, Kuva-i İnzibatiye artıkları Atatürk’e saldırıyor.
Atatürk’e saldıran nankörlere:
“Bırakın Atatürk’ün yaptıklarını, sadece hayalleri için sadaka verecek olsak ve topunuzu toplasak o sadakayı karşılamazsınız.”
Darbeymiş…
4 mevsimi yaşayan ülkemiz kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri iken, bu ülkenin tarımını asker mi bitirdi?
Hayvancılığı bitirip, utanmadan Sırbistan’dan bile hayvan ithal edenlerde mi askerdi yoksa?
Ülkenin neyi var, neyi yok satıp, mirasyedi kumarbazlar gibi ülkeyi borç batağına sürükleyenlerde mi askerdi?
2002 yılına kadar 230 Milyar Dolar olan dış borç 20012 yılı başında 520 milyar dolara çıktı. Ülkenin 80 yıllık varlıkları 10 yılda 50 Milyar Dolara satıldı.Abdülhamit’in dediği gibi; borç alan emir de alır.
Ülkemizi bu borç batağına askerler mi sürükledi?
Ülkenin savunma silahlarını üretmeyerek ülkemizin savunmasını Türkiye üzerinde emelleri olan AB-D ve İsrail’e ihale edende mi askerlerdi?
Vatan topraklarını satan, Kıbrıs’ta Rum’a, K. Irak’ta Barzani’ye arka çıkan; Ege’de iki adamızı Yunanistan’a verende mi askerdi?
Banka sektörünü yabancıya devreden, borsayı yabancılara vergisiz işleme açarken kendi vatandaşına vergi koyanda mı askerdi?
Bir ülkenin namusu olan sınırındaki araziyi İsrailli iş adamlarına 49 yıllığına kiraya vermeye kalkanda mı askerdi?
Ağrı’yıisteyen, Türkiye üzerinde 3T(Tanıtma-Tazminat-Toprak) hedefi olan Ermenistan’ın ayağına askerler mi gitti?
Devletin savcısını, yargıcını, valisini PKK’nın ayağına götürüp, PKK tahrik olmasın diye devletin bayrağını bile asamayanlar, PKK önünde koskoca devlete diz çöktürenlerde mi ASKERLERDİ?
Darbe arıyorsanız eğer; Habur rezaleti bu milletin onuruna, haysiyetine, bayrağına, yargısına, Ordusuna yapılmış en rezil DARBEDİR!..
73 yıldır dilimize, dinimize, eğitimimize kimler darbe yapıyor biliyor musunuz?
UCUBE SİYASİLER!!.
Askerler darbe yapmış. 40 yılda 4 defa. Ucube siyasiler 73 yıldır sürekli DARBE yapıyor bu millete.
AKP 10 yıldır paramıza, Misak-ı Milli sınırlarımıza, tarihimize, kimliğimize, bütünlüğümüze, bütün maddi ve manevi değerlerimize DARBE yapıyor. Ne ölümüz kurtuldu bu saldırıdan, ne dirimiz. CFR’nin yolladığı memorandumu parti programı haline getiren AKP, ülkemize karşı küresel elit tarafından bir TERMİNATÖR gibi kullanılıyor.
Aslı yok örgütün aslı olmayan delilleri üzerinden, aslı olmayan darbe suçuyla“gerçek insanlar” yargılanıyor.
Ve AKP hükümeti bu milletin bütün değerlerine TECAVÜZ ederken; mağdur olan kendisi imiş gibi “canım yanıyor” diye cıyaklamayı da ihmal etmiyor.
Ey Türk Milleti; CİA elemanları, FBI Savcıları ile birlik olup Türk Ordusu’nun mensupları esir alındığı gün yedin sen DARBEYİ!!.
Erdoğan ülkede yok ettiği değerler tartışılmasın diye 10 yıldır bir münazara konusu bulup çadırın oyuncularına veriyor. Çadırın oyuncuları ev ödevleri olan bu münazara konularını tartışırken, malı götüren Kuveyt-Dubai ve İsviçre benzeri yerlerde nefes alıyor.
AKP CFR’nin virüslü bir dosyası gibi hareket ederek ülkenin bütün kurumlarını tahrip etti.
İşte asıl DARBE budur diyeceğim de… Yapılanlar DARBEDEN çok ötedir.
AKP küresel elit elinde bir Terminatör, Y-CHP Terminatör adayıdır.
Türk Milletinin kendini savunma hakkı doğmuştur.
Zahide Uçar
18 Haziran 2012
ABD’NİN DOSTLARI KİM?
Kişi kendine benzer kişilerle dost ve arkadaş olur. |
ABD; dünyanın Polisi olarak kendini gösteriyor. ABD’nin dostları kim? Kardeşleri kim?
Türkiye’deki bazıları ne diyor: kişi arkadaşından tanınır. Peki ABD başkanının en yakın 5 arkadaşından biri kim? ABD başkanı Obama; İngiltere, Fransa, Hindistan, Güney Kore ve Türkiye yetkilisinin en yakın arkadaş dostu olduğunu açıklamıştı.
1492'de keşfedilen Amerika, bu tarihten itibaren insanlık tarihinin en büyük cinayetlerine sahne olmuştur. Avrupa'nın vahşi devletlerinin azılıları olan İspanyollar, Portekizliler ve İngilizler, buradaki yerli halkları akıl almaz şekillerde katletmiş ve planlı bir soykırıma tabi tutmuşlardır. Nihayet bu vahşiler ABD'yi kurmuştur.
Resmi olarak 4 Temmuz 1776 tarihinde Kızılderililerin kanları üstünde kurulan ABD, Kızılderililerin ve Afrikalı kölelerin üstüne kurulmuştur.
250 yıllık tarihi yüz karası olaylarla dolu olan ABD'ni liderliği neye dayalıdır?
1945 yılında Japonya’da Hiroşima'ya attığı atom bombası 140 binden fazla kişinin hemen veya birkaç ay içinde ölümüne, Hiroşima'dan üç gün sonra 9 Ağustos 1945'te de Nagazaki'ye bomba atmış, burada da 80 bin kişiyi katletmişti.
1950... Milliyetçilik programı izleyen Arbenz, Guatemala Başkanı seçildi. Arbenz, ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ve kardeşi CIA Başkanı Allen Dulles’ın büyük miktarda kişisel yatırım yapmış oldukları United Fruit Company’yi millileştirmişti. Bunun üzerine CIA, Nikaragua diktatörü Somoza’nın desteği ile Arbenz’i devirtti. Yerine Guatemala Silahlı Kuvvetler Başkanı Castillo Armas’ı geçirdi. 200 bin sivil Guatemalalı öldürüldü.
Amerikan şirketlerinin millileştirilmesine son verildi.
1953... ABD, Moskova yanlısı İran Başbakanı Musaddık’ı darbeyle devirdi.
Yerine Şah Rıza Pehlevi’yi getirdi. Böylece Şah, ABD’yi de arkasına alarak, İran’ın tek yetkilisi oldu. 1 yıl sonra İran topraklarındaki petroller için İngiliz, Fransız ve Amerikan şirketleriyle anlaşma yaparak ABD’ye borcunu ödedi.
1963... Güney Vietnam Başkanı Diem öldürüldü. ABD’nin, Vietnam Savaşı boyunca 4 milyon sivil hayatını kaybetti. Vietnam Savaşı sırasında vuku bulan My Lai katliamında, Mart 1968’de, Amerikan askerleri, My Lai Köyü’nde, çoğu kadın ve çocuk 400’den fazla silahsız Vietnamlı sivili, her türlü işkence ve tecavüzden sonra katletmişler, cesetleri parçalamışlardı
1973... CIA’nın yer aldığı bir darbe ile sol eğilimli Cumhurbaşkanı Salvador Allende öldürüldü. Yerine getirilen Pinochet döneminde 5 bin Şilili sivil hayatını kaybetti.
1977... ABD, El Salvador’daki askeri yönetime destek verdi. 70 bin Salvadorlu ve 4 Amerikalı rahibe öldürüldü.
1980... CIA, Afganistan’ı işgal eden Sovyet güçlerine karşı savaşmaları için Usame bin Ladin ve örgütünü eğitti. 3 milyar dolar yardım etti.
1981... Başkan Reagan yönetimi, Nikaragua "contra"larını eğitti... 30 bin sivil Nikaragualı öldürüldü.
1982... Amerika, İran - Irak Savaşı’nda Saddam Hüseyin’i destekledi. Ona, milyarlarca dolarlık destek verdi. Savaş isteyen şahinlerin öncüsü olan Donald Rumsfeld, Saddam ile görüştü. Açıklamalarda Irak’ın zehirli gazlar kullanmasını kınıyordu. Ancak, 1994 Senato raporuna göre, 1985 - 1989 arası ABD, lisanslı biyolojik ve kimyasal maddeleri Irak’a göndermiş, bunlar, İran’a ve Kürtlere karşı kullanılmıştı.
1989... CIA ajanı ve Panama Başkanı Noriega, ABD’nin emirlerine karşı çıkmaya kalkışınca, ülkesi tarafından işgal edildi. Noriega tutuklandı. 3 bin Panamalı sivil öldürüldü.
1991... ABD, Kuveyt’in işgali üzerine Irak’a girdi. 6 haftada 85 bin ton bomba atıldı. 113 bin kişi ilk saldırılarda katledildi.
1991’den 1998’e kadar ise, kötü beslenme ve hastalık nedeniyle yarısından fazlası çocuk olmak üzere 1 milyonun üzerinden Iraklı hayatını kaybetti.
1998... ABD, Sudan’da bir silah fabrikasını bombaladığını açıkladı. Ancak sonra fabrikanın sadece aspirin ürettiği ortaya çıktı.
2001: Afganistan'ı işgal etti. İşgal devam ediyor. İstisnasız her gün insanlar katlediliyor.
2003: Irak savaşını başlattı. Bir buçuk milyona yakın insanı katletti. Katliam sürüyor.
2011: Libya iç savaşını başlattı. 50 bine yakın kişi öldü. İç çatışma sürüyor.
ABD, Vandalist sömürüyle, katliamla ve yıkımla. kan dökmeyi sürdürmektedir.
Afganistan, Pakistan, Irak Libya katliamlarına devam eden ABD; şimdi Suriye, Bahreyn, Yemen ve İran da kan istiyor.
Bu katliamlarda haçlı ittifakta yer alanlar kim? Müslümanlar. Peki Müslümanın Müslümanı öldürmesi ne anlama geliyor? Hristiyanları dost edinenlerin hükmü nedir?
1400 yıldır Hristiyanlarla mücadele eden Müslümanlar varken, Hristiyanlarla birlik olup dost olup, Müslümanların öldürülmesinde, kentlerin yakılıp yıkılmasında rol alanlar, Müslüman olabilir mi? Kutsal Kitap Kur’an bu konuda ne diyor? Tarih ne diyor?
Prof.Dr.Nurullah AYDIN
11 Nisan 2012-ANKARA
12 Mayıs 2012
Mehmet Ali Çelebi
23 Temmuz 1984'te doğdu.
Baba Muharrem Çelebi banka veznedarı.
Anne Rukiye Çelebi gardiyan.
Annesi Amasya Cezaevi'nde görevliydi ve oğlunu bırakacak kimsesi olmadığı için onu her gün hapishaneye götürdü. Mehmet Ali Çelebi cezaevinin maskotu oldu, gardiyanlar ve mahkumlar tarafından büyütüldü. Cezaevi ile, koğuşlar ile tanışması yeni değildi yani.
1990 yılında Amasya Atatürk İlkokulu'nda öğrenime başladı. Okulu birincilikle bitirdi. 1995-1999 yıllarında sınavla kazandığı Amasya Anadolu Lisesi ortaokul bölümünü de birincilikle bitirdi.
Tüm diğer sınavları da kazanmasına rağmen, ağabeyi Volkan'ın Askeri Lise'de okumasının etkisiyle 1999 yılında kendi isteğiyle Maltepe Askeri Lisesi'ni seçti. (Ağabeyi 2001 yılında felsefeye yönelik aşırı ilgisi nedeniyle Hava Harp Okulu'ndan kendi isteğiyle ayrıldı.)
Mehmet Ali Çelebi 2003 yılında Askeri Liseyi de birincilikle bitirdi ve dönemin Ege Ordu Komutanı Orgeneral (ve bugünün Ergenekon sanığı) Hurşit Tolon'dan diplomasını aldı.
Kura ile karacı olduğu belirlendikten sonra 2003 yılında Kara Harp Okulu'nda eğitim ve öğretim hayatına başladı.
2007 yılında okulu birincilikle bitirdiği için diplomasını Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'tan aldı ve o fotoğraf karesi sonradan çok kullanılacak tarihi bir kare oldu. Öğrenim boyunca bütün notları 10 üzerinden 10 oldu.
2007 yılında helikopter pilotu olmayı tercih etti; bunun için, dünyanın en zor kursu tabir edilen bir senelik "helikopter pilotluğu" eğitimini birincilikle bitirdi.
Peki, bu çok başarılı Teğmen Çelebi okul dışında nasıl biriydi?
Tatlı-sert bir mizacı vardı. Sakin ve gururluydu.
Doğruluğu ve onuru her şeyin üstünde tutuyordu. Mücadeleciydi.
Harp Okulu öğrenciliği döneminde arkadaşlarına, final sınavları öncesinde bir hoca gibi 50-60 kişilik gruplar halinde ders anlatması ve onların bu dersleri izlemesi sonucu sınavları geçmesi bir efsane şeklinde hep kulaktan kulağa anlatıldı.
Tarihe meraklıydı. Başucunda her zaman Nutuk vardı. ("Nutuk'u arkadaşlarına ve onların akrabalarına okumalarını salık vermesi", savcılığın iddianamesinde altı çizili ve büyük harflerle yazılarak suç unsuru sayıldı ! Savcı ile Teğmen Çelebi arasında, bu konuda tartışma yaşandı)
Kitap kurduydu. Öyle ki, 2.5 yıllık cezaevi hayatında 500 kitap okudu.
Felsefeye düşkündü. Bunun bir nedeni de ağabeyi Volkan'ın felsefe öğrenimi görmesiydi. Herakleitos'un Fragmanlar'ını, Apuleius'un Başkalaşımları'nı, Platon'un Devlet'ini ve Diyaloglar'ını, Aristoteles'in Nikomakhos'un Etik ve Retorik'ini, Epiktetos'un Söylevleri'ni, Boethius'un Felsefenin Tesellisi'ni, Seneca'nın Tanrısal Öngörüsü'nü, Descartes'ın Meditasyonlar'ını, Spinoza'nın Etika'sını, Erasmus'un Deliliğe Övgü'sünü, Thomas Hobbes'un Leviathan'ını, Francic Bacon'un Denemeleri'ni, Mevlana'nın Mesnevisi'ni çok sevdi.
Şiir seviyordu. Şair olarak Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı, Nazım Hikmet'i, Yunus Emre'yi, Orhan Veli'yi beğeniyordu.
Futbol lisansı da olan Teğmen Çelebi okul takımının başarılı futbolcularından biriydi. Küçüklüğünden itibaren koyu bir Beşiktaşlı veAmasyaspor'luydu.
Sualtı dalgıçlık kursiyerliğini de tutuklanmadan kısa bir süre önce birincilikle bitirmişti.
Teğmen...
O kadar zayıf, o denli narin görünüyordu ki, sanki tutmaya kalksanız kırılacak gibiydi. Tam 30 aydır Silivri'deydi. Tutuklanmasından 29 ay sonra, cep telefonuna emniyet müdürlüğünde birileri tarafından "yanlışlıkla !" 139 terör örgütü üyesinin telefon numaralarının yüklendiği yine bizzat emniyet tarafından itiraf edilmişti... Ama o hâlâ tutukluydu!.. Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi, 18 Şubat Cuma günü Silivri Mahkemesi'nde söz istedi, kürsüye geldi.
O narin, o tutmaya kalksanız kırılıverecekmiş hissi veren gencecik adam, başına örülmeye çalışılan "dijital pusu"yu tek tek, belgeleriyle anlattıktan sonra konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
11 Şubat 2011 saat 20.45'te düşmanın sinsi savaş silahı olan bazı TV kanallarından, "mahkeme kapılarının komutanlarımın üzerine kilitlendiğini" duydum ve üzüntüyle izledim. Hakaret olarak kabul ediyorum.. Sebep, kaçma şüphesi... Siz, Mustafa Kemal'in askerlerinin cepheden kaçtığını gördünüz mü? Komutanlarım sınırları açsanız, çekip gitmezler. Onları Hizbullahçı mı zannettiniz ?
Buradan Türk Milletine, Genelkurmay Başkanı nezdinde tüm komutanlarıma ve silah arkadaşlarıma sesleniyorum: İçiniz rahat olsun. Biliyoruz ki, bu bir savaştır. Savaşta asker yaralanır, asker esir düşer, asker ölür. Bunların bilincindeyiz. Biz Türk subayıyız. Bizim için hak yok, vazife vardır. Merak etmeyiniz, burası bize zindan değil Çiğiltepe'dir.. Onuru karşısında yaşamını hakir gören Albay Reşat Çiğiltepe'nin vazife anlayışıyla buradayız. Mustafa Kemal'in, "Size ölmeyi emrediyorum!" emri, bizler için halen geçerlidir. Sonsuza kadar da geçerli olacaktır.
Endişe duymayınız, Teğmen Çelebi'yi geçemeyenler onu yetiştiren komutanlarına ne yapabilir ki... Cephede bir Mehmet vardı, şimdi 150 Mehmet var. Cephe şimdi daha da güçlü. Bu şartlarda sizden tahliye talep etmem, benim için vatana ihanetle eşdeğerdir. Mevzubahis vatansa bundan gayrı kalan her şey teferruattır. Şimdi kapıları kapatın ! Yüzümüzü ışığa doğru uzatacağız…
Giyotin inecek.. Tekrar uzatacağız…
İnecek... Uzatacağız…
Gün gelecek, giyotin kesemeyecek: Kazanacağız!"...
Mahkeme arasında, az önce sanık kürsüsünde o "dev konuşmayı" yapan gencecik teğmenin bana doğru geldiğini gördüm. Saygıyla uzattı elini, "doğruları yazdığınız için minnettarız..." diye başladı. Boğazımın düğümlendiğini hissettim, elimi kaldırıp sözünü kestim ve yalnızca o üç sözcüğü söyledim:
Vatan size minnettardır.
Ümit Zileli
11 Mayıs 2012
Zoruna mı gitti be Tosun Paşa...
Saygıdeğer Tosun Paşa..
Susanları tarih affetmez bilirsiniz. Bilmezseniz de ben hatırlatayım istedim, Ali Nadir Paşanın halini örneğin. Ali Nadir Paşa, İzmir işgalindeki korkaklığının bedelini, bir Yunan erinden tokat yiyerek ödedi.
Bilirsiniz.
Kahraman Türk Ordusuna değil bu sözüm.
Tosun Paşaya..
Çünkü gördüm ki cesaretinizi farklı alanlarda ve yanlı kullanıyorsunuz.
Örneğin Teğmen Mehmet Ali Çelebiye terörist denilerek cep telefonuna şehven yükleme yaptılar, gıkınız çıkmadı..
Sustunuz..
Şehit olan askere kelle dediler, sanırım dava açmayı unuttunuz..
Sustunuz..
Askerlerin başına çuval geçirildi, siz o zaman askeri okulda falan değildiniz, paşaydınız.
Sustunuz..
Deniz Yarbay Ali Tatar kendisine yapılan haksızlıklara dayanamadı intihar etti.
Sustunuz..
Tuğgeneralin biri şu an ölümle karşı karşıya olmasına rağmen hala tutuklu.
Bir general de hala kayıp. PKK'ya gitti dediler.
Sustunuz.
Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğa terörist dendi..
Sustunuz..
Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan 17 general, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan 25 amiral, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan 13 general ve Jandarma Genel Komutanlığı'ndan 3 general tutuklandı.
Sustunuz..
İyi ki bu paşalarla savaşa girmemişiz dendi, yine sustunuz.
Tahrik olmadınız.
Aralarında Orgenerallerin de bulunduğu emekli 81 amiral ve general de sanık durumunda. Cezaevinde kaç subayın var olduğunu, ne zaman girip ne zaman çıktığını zamane gazeteleri biliyordu, yazdılar ama, gizlilik ihlalleri ve ifşa etme haberlerine karşı,
Sustunuz.
Generaller tutuklanınca Hastal Orduevi(Cezaevi) Sarayına hoş geldiniz diye dalga geçen yandaş yazara gıkınız çıkmadı..Onları görmediniz,
Sustunuz..
Yandaş gazeteler size demediğini bırakmadı.
Sustunuz..
Bekir Coşkun Paşa, Ümit Kocasakalda artık Türk silahsız kuvvetleri var" deyince,
birden bire kin kustunuz.
Halbuki Türk Silahsız Kuvvetleri derken halkı kastetmişti.
Elbette susmayıp elinize silah vesaire alıp darbe falan yapmaya kalkışmayacaksınız. Demokrasinin, hakkın, hukukun dışına çıkmayacaksınız. Tanklarınızı sokaklarda değil, savaşlarda yürüteceksiniz örneğin. Neticede siz de bir devlet memurusunuz.
Ama mahkemelerde, kanun önünde hakkınızı aramak da mı aklınıza gelmedi be Tosun paşam..
Çocuklar bile biliyor;Susma, sustukça sıra sana gelecek diyor.
Konuşmanıza; ..başta Ebedî Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere diye başlayıp, Türk Silahlı Kuvvetlerini ve onun değerli mensuplarını tahrik etmeye çalışmaları, talihsizliktir diye bitirmişsiniz. İyide be paşam, yukarıda yazdığım generaller ve subaylar sizin değersiz mensuplarınız mı?
Hem, hatırlayınız, zamanında Hilmi Özkök ile Yaşar Büyükanıt kafa kafaya verip, göğsünüzdeki armanızdan Atatürkü kaldırmaya teşebbüs etmişlerdi. Siz ne yaptınız, sustunuz.
Şimdi de en baba Atatürkçü mü oldunuz?
Halen Atatürkün Onursal Başkanı ve Kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sizin haklarınızı savundu, ama siz, hem de bir bayram günü saygısızca sırtınızı döndünüz.
Size o koltuğu emanet eden Komutanlarınıza cellat dediler, katil dediler, hain dediler, o ithamlara aldırmadınız da, bu sözlerden mi tahrik oldunuz.
Tövbe haşa..
Yahu Henry Baker denen elin Amerikalısı geldi, size TSK, PKKyı yenemeyeceğini anladı dedi, zorunuza gitmedi de, bu sözler mi zorunuza gitti be paşam?
Sizi tenzih ederim ama, boşuna dememişler ne de olsa;
At sahibine göre kişner diye..
Not; Bu arada Tosun paşanın gerçek bir kişi ve kurumla alakası yoktur. Bir film kahramanıdır.
Aydın Keleşoğlu
26 Ocak 2012
Sesleniş.. Uğur Mumcu...
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken, bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım unutma bizi!..
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık, kışlık katlarımız, arabamız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım unutma bizi!..
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı, bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım unutma bizi!..
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde, öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi!..
Kanserdik. Ölüm her gün bir sinsi yılan gibi, dolaşıyordu derilerimize. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurt dışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında, bırakıp gittik bu dünyayı ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi!..
Giresun’daki yoksul köylüler. Sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım unutma bizi!..
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle, başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz-sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi!..
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk: Komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında, emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı, daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler bizi...
Vurulduk ey halkım, unutma bizi!..
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline, değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki, korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik, boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi!..
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı, bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım unutma bizi!..
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...
Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...
Cumhuriyet, 25 Ağustos 1975
Bu halk uğurları unuttu, halk için çalışanları unuttu, Çanakkale şehitlerini unuttu, Sakarya, İnönü, Dumlupınar şehitlerini unuttu, Kıbrıs şehitlerini unuttu, Para her şeyi unutturdu...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)