Size inat aydınlık bir yol tutturmuşum kendime; bozuk ahlakınızın da, tuzak hukukunuzun da, emperyalizmin genelevine dönmüş canevinizin de, paçavra programlarınızın da, alçak açılımlarınızın da, meymenetsiz suratlarınızın da küfründeyim. Sizden yapılma, yani bir o kadar omurgasız nice küfür var ağzımda…
Ananızdan doğma, babanızdan olma kardeşliğinizin değil; içinizden çıkma kalleşliğinizin püfür püfür estiği memleketimin dağlarının küfründeyim.
Ustalık, sanatta büyük bir yerdir. Usta, dünyanın tüm gizemini barındıran kuytular arar kendine; çünkü bilir ki, çırak ve kalfanın girmeye cesaret edemeyeceği ama güzelliklerle dolu zorlu bir yoldur o kuytular… Usta, tehlike ile mükemmelliğin sınırı olan uçurum kenarlarında gezer; çünkü bilir ki, çırak ve kalfanın yüreğinin kaldırmayacağı ama gerçeklerle dolu ince bir çizgidir o kıyılar…
Usta bunu bilir, kendinden bilir; çünkü kendisi de çırak ve kalfa olmuştur geçmişte. Ama bu söylemek istediğim, “sanat” denince ilk akla gelen sözcüğe dair ustalıktır. Mayakovski’nin şu sözünü nasıl unuturum:
“Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değil, dünyaya şekil veren bir çekiçtir.”
Öte yandan, “Siyaset de bir sanattır.” derler ama, değil mi?
Bu çekici vuran eğer Mustafa Kemal ise, küllerinden bir ulusu yeniden doğurur sanatıyla. Bu çekici vuran eğer bir ahmaksa, bu ahmaklığın tüm ulusça pahalıya ödendiği bir sanattır siyaset…
Ben iyi yaparım ya da yapmam, buna izleyenler karar verir; ama bir tiyatro oyuncusu olarak sanattan anlarım. O yüzden ben de tüküreyim sizin yaptığınız bu sanatın içine!
Mustafa Kemal’i tanımamış olsa bu yürek, kendinizi adamdan saydıracaksınız… Mustafa Kemal’i görmemiş olsa bu gözler, kendinizi şerefli vatan evlatları olarak yutturacaksınız… Mustafa Kemal’e koşmuyor olsa bu ayaklar, kendinizi Türkiye aşkından yanıp kavrulan siyaset sanatçıları saydıracaksınız, benim tarih sayacımda…
Ama yaptığınız ve yapacağınız bu sanatın içine tüküreyim ben!
Bir hödük kendini dev aynasında “usta” olarak görürken, bizim gibi devrim aynasına bakanlardan korkacaktır elbette; çünkü biz o aynaya bakarken içimizdeki Mustafa Kemal’i görürüz, o ise kendi içindeki yarasa leşlerini görür, PKK leşlerini görür.
Dünya siyaset tarihinde, memleketlerini pazarlamakla övünenler iyi bilirler. Memleketin eğer adi bir malsa, onu “süper güç” yapıp, “dünya jandarmalığına” oynatabilmek de ustalıktır; ama memleketin eğer “1923” tarihli muhteşem bir sanat yapıtıysa, bunu kendi çamurunla sıvayıp adi bir mal gibi ucuza satabilmek de ustalıktır, hünerdir, cürettir.
Midemi bulandıran manevralarınızdan da, “o öyle dediydi, bu böyle dediydi” diye diye kulağımı oyan iğrenç seslerinizden de, “gizli oy” dediğiniz transparan kandırmacalarınızdan da, aptallık defterine kenar süsü olan cehaletinizden de, dalkavukluk kitabına bez cilt yapılan Amerikan bezi elbiselerinizden de tiksiniyorum…
Kürdistan’ı ülke, tornistanı ilke bilen siyasetiniz sanatsa, o sanatınıza tüküreyim ben sizin!
Münevver Karabulut adında bir kızcağız, testereyle ikiye bölünüp tüketim çılgınlığınızla doldurup taşırdığınız çöplüğünüze fırlatılıp atılır; günlerce yalaka medyanızın gündeminden düşmez. Neden? “Geleceğimiz” gördüğümüz bir genç kızımız böyle vahşice öldürüldü diye mi? Ah ah da vah vah!… Dürüst olun en azından, aşağılık olmayı bile beceremeyen satılık sanatçılarsınız siz… Tuallerinize Mehmetçik’in kanıyla Obama’nın portresini çizen, Kandil’in taşlarından Apo itinin heykelini yapan, Derviş Mehmet’in boynundaki ipten şeriatın bayrağını dokuyan satılık sanatçılarsınız hepiniz. Münevver’ler zerre umurunuzda olmaz sizin… Olsaydı, onun gibi her yıl yüzlerce cinayet olayı yaşanıyor, onlar da olurdu… Ama zenginin katili önemlidir sizin gözünüzde, fakirin öleni değil. Nice garip oğlu garip, yollara döşenmiş mayınlarda paramparça olur, beş dakikanızı ayırmazsınız da; bir “garipoğlu” katil zanlısı olunca, zengin canlısı medyanızla beş ayınızı utanmadan harcarsınız… Sonra yarattığınız bu medyanız, bağırsağa dönmüş beyninizden çıkan bu pisliğinize tüy dikerse, o pisliğinizi bile mübarek sanırsınız siz.
Cudi’deki subay garip oğlu gariptir, Gabar’daki astsubay garip oğlu gariptir, Yüksekova’daki uzman çavuş garip oğlu gariptir, Silvan’daki er garip oğlu gariptir. Türküsünü yapmışız:
“Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir!”
Ama siyasetteki Eyyam Efendi Hazretleri ile kiyasetteki Hayyam Efendi Hazretleri, zengindir, muktedirdir ve aynı zamanda da muzdariptir… O yüzden gelir gelmez vizitesini ödediğiniz ve karşılığında 4 yıl boyunca komple muamele gördüğünüz medyanız da her ikinize birden müteşekkirdir.
Böyle bir medya yaratmak, ancak sanat ustalığı ister. Ben de sizin takkenizle örttüğünüz saçınızdaki bitleri çiftleştirip bit yavrusu medya üreten sanatınızın içine tüküreyim!
Düne kadar porno kasetlerle yerlerde süründürdüğünüz siyasi ahlaksızlığınız, toplumsal çöküşlerin en trajik olanına gebeyken, yatak odasına kamera sokmanın bel altı keyfini sürüyorsunuz evlerinizde, öyle mi?
Pornoyu bu kadar çok seviyorsanız, şimdi sıkı durun:
Yabancı sermayeye okşatarak büyüttüğünüz ekonominizde, gümrüklerinize giren çıkan belli değilse, porno odur!
Kadrolaşmanız ve kadro açmanız adına kurumlardaki çalışanlar sürekli pozisyon değiştiriyorlarsa, porno odur!
Kanala şifre koyar gibi sınava şifre koyup ondan sonra tarikatçı öğrencilerinizin en iyi puanları aldığını televizyondan izlerken, hepiniz birden “Tatmin olduk!” diyorsanız, porno odur!
Alın size porno işte, hem de en has olanından! Daha da hasını ve de başka “konulu”sunu istiyorsanız, büyüdüğünüz tarikat yuvalarına gidin; orada bulacaksınız, “Emperyalizm bir ülkenin içine nasıl eder?” konulusunu…
Bir pislik sürüsü memleketin doğusunu parsellemişken, Sevr’in maddelerini bir bir önünüze sürerken, Demokratik Toplum Zırvası diye ahırda toplanıp dururken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin paşalarını terörist diye susturan ve Kürdistan oyununun maşalarını coşturan siyasetinize tüküreyim ben sizin!
Nice Mehmetçik gitti… Nice canımın içi gitti… Dağ gibi nice yiğidim şehit düştü, üstelik yine benim dağlarımda… Hala da şehit düşüyorlar ve hazır olalım, daha da düşecekler… Ve hazır olalım, bu böyle giderse memleketin doğusu düşecek!
Bunu Uğur Mumcu yazdı, bedelini ödettiler. Ben de yazıyorum, bana da ödetin hadi!
Ama şunu unutmayın ki, Nazım Usta’nın dediği gibi, “Ölüler otomobillerden hızlı gider”… Yani ölsem de yakanıza yapışacağım sizin! Hiçbir otomobiliniz, işte o zaman benim ölümden daha hızlı gidemeyecek!
Eğer bu memlekette artık Edirne deyince ayrı, Hakkari deyince ayrı yüz ifadesi alıyorsa insanlar; eğer bu memlekette Bodrum deyince ayrı, Munzur deyince ayrı değişiyorsa bakışlar; sizin yaptığınız yapacağınız bu siyasetinize tüküreyim ben!
Kemalistler için tek bir çıkış noktası vardır:Mustafa Kemal dün ne dediyse, bugün o!… Mustafa Kemal dün ne yaptıysa, bugün o!…
Siz, Kemalist Utku’yu temizleseniz de o, temizlemeseniz de o!
Kuvayı Milliye ne zaman tek kişi olmuş ki, şimdi olacak?
Bir sanat yapıtı yaratır gibi ince ince dokuduğunuz bu hain plan, o kirli ellerinizde patlayacak!İşte o yüzden diyorum ya zaten; ben de sizin sanatınıza tüküreyim!
Benim güzel Türkiye’mi, benim ağlattığınız ulusumu, toprağına kurban olduğum biricik vatanımı, Ali Kemal’in ihanetinden kurtardığım, Mustafa Kemal’imin emaneti yaptığım cennetimi cehenneme çeviremeyeceksiniz.Mustafa Kemal’in kalpağı, topunuzun kaypağına dün yetti, bugün yeter, yarın da yetecek!
UTKU ERİŞİK/Tiyatro Oyuncusu – Yazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder