23 Kasım 2011

Öğretmen olmak...


Uzaktan bakılınca ne kadar da kolaydır öğretmen olmak. Okula gidersin, sen konuşursun çocuklar dinler, yaz dersin yazarlar, oku dersin okurlar, sus dersin susarlar. Susmazlarsa, yazmazlarsa, okumazlarsa… Bizim bir öğretmenimiz vardı… diye başlayan anıları her gün duyarız. Bu ahkam kesmeler ne ilk, ne de son olacaktır. Öğretmenlik mesleği bu kuru ifadelerle anlatıldığı sürece,  uzaktan bakanlara göre ne ruhu vardır öğretmenin ne de vicdanı.

Oysa öğretmen olmanın ne olduğunu onlar nereden bilecekler. Nasıl bilsinler ki elinde eldiveni olmayanın minik avuçlarını ellerimizde ısıttığımızı, ayağında çizmesi olmayanla üşüdüğümüzü, yağmurda şemsiyesi olmayanla birlikte ıslandığımızı, karnı aç olanla aç, harçlıksız olanla harçlıksız olduğumuzu. Evdeki gibi bir iki değil,  okulda otuz kırk  çocuğa daha anne baba olduğumuzu. Onlara şefkat, merhamet ve sevgi gösterdiğimizi.  Öksürmekten ciğerlerimiz ağzımıza gelse de doktora gitmeye zaman bulamayıp, günlerce hasta hasta gezip ayakta hastalığı atlattığımızı. Zorunlu olarak olmamız gereken ameliyat için bile yaz tatilini beklediğimizi. Öğrencilerimizden rengi soluk olanın bile dikkatimizden kaçmayıp, onlara çare olabilmek için çabaladığımızı  nerden bilecekler.

Öğretmen olmak, göz yaşlarını dindiremediği için küçük Zeynep’in,  geceyi uykusuz geçirmek değil midir? Yoksulluğundan dolayı rencide etmeden minik Mehmet’in üstünü başını düzebilmek, öğretmen olmak değil midir?  Öğretmenlik, sağ elin verdiğini sol ele duyurmadan,bir sürü bahane bularak ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmak değil midir? Öğretmen olmak, “Halkım  cahil kalmasın!” derken, kendi çocuklarımızın eğitimini mecburen değişik illerde, değişik okullarda tamamlatabilmektir. Öğretmen olmak,  “Ülkemin çocukları okusunlar!” diye  evinden ve ailesinden kilometrelerce uzaklarda  yolsuz, köprüsüz, susuz köylere gitmek,  sele kapılmak, çığ altında kalmak, deprem enkazında can vermek, gerektiğinde, terör tehdidine inat,  İstiklal Marşı’nı gururla söyleyip  inandığı dava uğrunda bir gönderde bayrak olmaktır.

Atalarımız,  öğretmenlere gereken önemi hep vermişlerdir. Zira, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” diyen bir din anlayışı öğretmene saygıdan başka ne sunabilir ki? Çağ açıp, çağ kapatan Fatih, İstanbul’u aldığı zaman, Bizanslı kadınlar, kızlar korku ve merakla şehre giren padişahı karşılayıp, çiçek vermek istemişlerdir. Padişah sanarak çiçek uzattıkları Ak şemsettin, “O’na verin.” diyerek padişahı işaret ettiğinde,  Fatih: “Siz çiçekleri asıl ona sunun, evet padişah benim ama o benim hocamdır.” diyerek öğretmenine saygıya dikkat çekmiştir. Yeryüzünü titreten Yavuz, hocasının atının ayağından kaftanına çamur sıçraması üzerine: “Alimin atından sıçrayan çamur, bizim kaftanımıza süs olur.” diyerek öğretmenine saygı göstermiştir. Öğretmenlik,  emek  ister,  öğretmenlik, karşılık beklemeden  sevmeyi gerektirir.  Öğretmenlik, verdiği emeğin sonucunu yıllar sonra görebilecek kadar sabır gerektirir ve öğretmenlik, mum misali etrafımı aydınlatayım derken kendisini bitirmeyi göze almak demektir.

Öğretmenler gününde tüm eğitim camiasının öğretmenler gününü kutlar görevlerinde kolaylıklar dilerim.
Görevi başında şehit olan meslektaşlarımıza Allah’tan rahmet dilerim. 
Unutmayalım ki gelecek, fedakar öğretmenlerin yetiştirdiği nesillerle kurulacaktır.
Ne mutlu geleceğin mimarı olan öğretmenlerimize…

Nihat AN         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder